GİRİŞ

E-Posta
Şifre

YENİ ÜYE

Ad
Soyad
E-Posta
Şifre
Şifre Tekrar
Ürün sepete eklendi
Aramıza Hoşgeldin!
Welcome Abroad!
Bültene başarıyla üye oldun.
Teşekkürler!
Thank you for subscribing to
our newsletter.

1500 TL ÜZERİ ÜCRETSİZ KARGO

İLK SİPARİŞTE %10 İNDİRİM İÇİN ÜYE OLUN! İNDİRİM KODU: HELLOPC10

Melis Kaygılaroğlu Ve Ada

Melis Kaygılaroğlu, çocukluğu Kaş’ta geçmiş bu nedenle insani ilişkilere kıymet veren, gerçek bir yaz çocuğu. Ve Ada... Ona küçüklüğünün güneşli günlerini anımsatan ve aynı zamanda güçlü olmayı hatırlatan kızının ismi. Melis, hafızasında hep taze kalan kavuşma anlarının öncesini ve sonrasındaki süreci anlatıyor bu röportajda. Kendisi çok okuyan, yazan, düşünen, sorgulayan, realist bir oyuncu ve oyuncu koçu. Dolayısıyla anne olacağını öğrendikten sonra da sayısız referansa başvurmuş, çok kitap karıştırmış ama sonunda hep -belki de özünde hepimizin yaptığı gibi- sadece içsesine kulak vermiş. Ona göre annelik bir delilik, psikolojik bir savaş. Yine de sürekli dürtü halinde olunan, bitmeyen bu sınavda Melis’in -günümüzde biraz tehlikeli olsa da- her şeye, herkese sevgiyle yaklaşan bir çocuk büyütme konusundaki ısrarını; Ada’nın keyfi yerinde, mutlu, huzurlu, herkesle rahatlıkla vakit geçirebilen bir bebek olmasıyla görebiliyoruz.

Onları anne-kız Bağdat Caddesi'nde yürürken, kahve içerken sık sık görebilirsiniz çünkü Melis beş günlükken gittiği Kaş'ın sıcaklığını ve samimiyetini İstanbul'da yaşadığı bu mahallede, eşi Uraz ile yarattıkları kalabalık arkadaş/aile ortamında bulmayı başarmış. Hatta Ada'yı da bu atmosfere rahatça dahil etmiş. Kızlarını sakınmak, gizlemek yerine; o güvenli alanda, onları sevenlerin sevgisiyle büyütmeye çalışan bir çift Melis ve Uraz. Fakat hepimiz gibi günümüzün tehlikelerinden uzak tutmanın dengesini sağlama çabasındalar.

Melis ve Ada'yla vakit geçirmek ve onları biraz olsun tanımak, sosyal medyada onlar için açılan fan club hesaplarını ve neden bu kadar sevilen bir aile olduklarını açıklamak için oldukça yeterli oluyor...

PLANLAYARAK MI ÇOCUK SAHİBİ OLDUNUZ?

Tam planlı değildi aslında. Uraz evlendiğimiz günden beri çocuk istiyordu ama beni ikna etmesi biraz uzun sürdü. Üçüncü yılın sonunda ben de aynı fikirde oldum fakat hamile kalacağım süreyi düşününce ve doktorumla da konuşunca ‘herhalde 6-7 ayı bulur’ diye düşünüyordum. Yazı geçirip ‘hadi artık’ dediğim ay bebek beklediğimizi öğrendim. Aslında hayalini kuruyordum ama tahmin ettiğimden ve planladığımdan çok daha çabuk oldu.

NASIL BİR HAMİLELİK SÜRECİ GEÇİRDİNİZ?

‘Hamile kaldığın an annelik gelir’ gibi bir durumum olmadı; çok uzun süre adaptasyon problemi yaşadım aslında. Hiç doğuramayacağım, bakamayacağım gibi hissettiğim zamanlar oldu. Ama endişelerime rağmen çok keyfim yerindeydi; sıkıntısız ve huzurlu bir hamilelik geçirdim. İlk iki ay çok bulantılarım vardı, hatta evden çıkamadığım günler oldu. Ama bir sabah uyandığımda geçmişti! Sonra kendime, ‘önümde yedi ayım var ve bu süreci doyasıya yaşamam gerek’ dedim. Yaz aylarına denk geldiği için sürekli yüzebildim; o yüzden hiç bunalmadım. Yedim, içtim, kendimi hiç kasmadan, çok akışında bir hamilelik yaşadım. Çok yalnızdım aynı zamanda. Uraz'ın çok yoğun çalıştığı bir dönemdi, ama o yalnızlığın da tadını çıkarmaya çalıştım. Sürekli kendimle ilgili bir şeyler yaptım. Şimdi ara sıra ikinci çocuğu hayal ettiğim zaman en güzel yanı hamilelik olacak gibi geliyor; o kadar zevkliydi benim için.

DOĞUMA NASIL HAZIRLANDINIZ?

Hep gittiğim, çok sevdiğim jinekoloğumla başlamıştım hamilelik sürecine ve bana en baştan omuriliğimdeki problemden dolayı normal doğum yapamayacağımı söylemişti. Epidural alamayacağım için oldukça zorlu geçebileceğini, doğum ağrısı haricinde belimin çok ağrıyacağını belirtmişti. Bu sebeple ilk birkaç ay normal doğum yapamayacağımı tamamen kabullenmiştim. Sağlığım el vermiyorsa yapmam, diye düşünüyordum. Üçüncü ayımda detaylı ultrason için perinatolog İbrahim Bildirici’ye gittim. Kontrollerimi yaptı, ve tam kapıdan çıkarken; “Normal doğum için çok uygunsun, sakın vazgeçme.” dedi. O an kapıdan geri dönüp tekrar odaya girdim... Nasıl olur? Yapamam ben! Doktorum öyle demişti’ falan derken, bana kendisinin bir sürü skolyoz hastasına normal doğum yaptırdığını, ve benim de rahatlıkla yapabileceğimi söyledi. O gün doğumu onun gerçekleştirmesini istediğime karar verdim ve hamileliğimin devamında İbrahim Bey ne dediyse onu yaptım. Çok fazla spor, neredeyse günde 10 kilometre yürüyüş ve bolca yüzme...

DOĞUM YAPTIĞINIZ GÜNE DAİR NELER HATIRLIYORSUNUZ?

Doğumum aslında zor oldu. Skolyozum ve omuriliğimdeki platinlerden dolayı epiduralsiz doğum yapmam gerekiyordu. 18 saat sürdü. Çok acım vardı, ama acıya dair hiçbir şey hatırlamıyorum -ki bence mucizenin ta kendisi bu. Epidural olmayınca acıdan dolayı o kadar hırslı oluyorsun ki hemen doğurayım ve bitsin diye daha konsantre şekilde zorlayabiliyorsun kendini. Epidural acıyı azaltıyor evet, ama süreci uzatabiliyor. Tüm zorluklarına rağmen hayatımda hissettiğim en güzel hismiş, bunu doğumdan birkaç hafta sonra anlayabildim.

Bir de, o kavuşma anına tanıklık eden insanları anımsıyorum ki bu da benim için en değerli kısmı... O gün, doğum sürecini benimle birlikte 60 kişi birebir yaşadı diyebilirim. Arkadaşlara, eşe dosta çok düşkünüm ben. Ailenin de kan bağıyla değil; insani ilişkilerle kurulduğuna inanırım. O gün orada bulunan kişileri, kızımın ailesi olarak görüyorum.

18 SAATLİK DOĞUM SÜRESİNCE RAHATLAMAK İÇİN NELER YAPTINIZ?

Tamamen doktorumun, ebelerin ve doğum koçumun önerdiklerini yaptım. Pilates topunu kullandık, bolca duşa girdim, squad hareketleri yaptık. Doğumhanede sadece son 10 dakikamı geçirdim diyebilirim. 18 saatin tamamını koridorda, odada, herkesin benimle olabileceği şekilde geçirdim. İbrahim Bey öyle bir olanak sağladı çünkü.

ANNELİK KAVRAMI SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?

Delilik bence! Psikolojik bir savaş. Bir şeyi sürekli düşünüyor olmak, ne yaparsan yap aklında hep başka birinde olması çok büyük bir delilik. İkinci, üçüncü çocuğu yapanlara hayran kalıyorum. Biri bitmiyor ki ikincisine üçüncüsüne yetişesin, o delilik hali de katlanarak artıyordur bence. Çılgınca geliyor kulağa...

İnsan kendine baktığı zaman, özellikle 30’lu yaşlardan sonra, hayatta ne yanlışı ne travması varsa çocukluktan geldiğini, anne ve babadan kaynaklandığını görebiliyor. Çocuk büyütürken en çok düşündüğüm şey de bu oluyor haliyle: Acaba bir yara açacak mıyız veya bir travmaya sebep olacak mıyız? Böyle yaşamanın ayrı bir manevi yükü var sanırım. Koşulsuz sevgi, karşılık beklemeden sevmek dünyanın en güzel şeyi ama aynı zamanda çok büyük bir delilik durumu var annelikte.

ANNE OLARAK EN GÜÇLÜ BULDUĞUNUZ TARAFINIZ NEDİR?

Genel olarak herkes aynı şeyle takdir ediyor beni: Ada çok mutlu bir çocuk. Derdi tasası olmayan, kendiyle mutlu, tek başına vakit geçirebilen huzurlu bir çocuk. Ben Ada’nın ağladığını, kendini yerden yere attığı zamanları neredeyse hiç görmedim. Bunu evdeki mutluluğa bağlıyorum daha çok. Anne mutlu olduğu zaman çocuk da mutlu oluyor bence. Biz ona hep ‘her şey senin kontrolünde, nasıl istersen öyle olur’ mesajı veriyoruz ki bununla çok gurur duyuyorum. Bir de Ada insanları seviyor; 20 günlükten itibaren çekinmeden insanların kucağına verdik, 40 günlük olduğundan beri haftanın bir günü hep babaannesinde kalıyor... Bunlar hep bizim dışımızda insanlarla da sevgi bağı kursun diye yaptığımız şeylerdi. Şu anda ben Ada’yı herhangi bir arkadaşımla 15 dakika bıraktığımda, onuna çok keyifli vakit geçirebiliyor. Bu çok hoşuma gidiyor çünkü insancıl bir karakter olduğunu gösteriyor.

ANNELİK SÜRECİNDE HANGİ KAYNAKLARDAN, KİMLERDEN TAVSİYE ALIYORSUNUZ?

Ben çok okuyan bir insanım. Hamileliğimden itibaren de çok fazla kitaba başvurdum. Ama doğum yaptıktan 10 gün sonra resmen aklımda hiçbir şey kalmadı! Tavsiye istediklerinde bir şey söyleyemiyorum çünkü gerçekten çok bireysel bir süreç ve herkesin bebeği o kadar farklı ki... Annemden ve kayınvalidemden çok yardım alırım diye düşünüyordum ama o da olmadı. Bebeği kucağıma aldığım andan itibaren herkes farklı bir şey söylemeye başladı. Ben de daha çok içgüdülerimle hareket ettim. Aile hayatımı kendi başıma gelenleri sorgulayarak, deneyimlediklerimden yola çıkarak, sebep-sonuç ilişkisi kurarak dengelemeye çalışıyorum hep.

Uyku konusunda ise, daha hamilelikte birçok kitap okumuştum. Sonrasında ise Pınar Sibirsky'den destek aldım.

UYKU EĞİTİMİ YAPMAYA NASIL KARAR VERDİNİZ?

Hiç unutmuyorum Ada’nın asla uyumadığı dört gece geçirmiştik. Her 15 dakikada bir uyanıyordu. Son gece bir uyandığında ‘of yeter be kızım!’ diye girdim odasına, ve o sabah kendime "ben asla böyle bir anne olamam" dedim. Sonuçta kızımın bir suçu yok ki... Sadece kendi başına uyumayı bilmiyor ve her uyandığında gel beni tekrar uyut diyor. O sabah Pınar Sırbisky’i aradım, 'kızıma tahammülsüz yaklaştım, beni kurtar' dedim!

FAYDASINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

İnsanlar uyku eğitimini sadece annenin ihtiyacından doğan bir şey olarak görüyor, halbuki çocuğun temel gereksinimi bu. Bir çocuk gecede 11-12 saat uyuyabilecekken neden 7-8 saat uyusun? Ada'nın gelişimi ile ilgili çok soru soruluyor, ben birçok şeyin uyku eğitimi sayesinde böyle olduğunu düşünüyorum: erken yürümesinin, erken konuşmasının ve günlük hayatında oldukça huzurlu bir çocuk olmasının. Kendimizden yola çıkalım; gecede beş-altı kere kalksak sabah sersem gibi uyanıyoruz ve günümüz kötü geçiyor. Çocuklar için de aynı şey geçerli! Çocuk iyi uyuyup sabah keyifli uyanıyorsa günü de güzel geçiyor. Bunun kadar çocuğa iyi gelen sağlıklı bir şey yok; yemekten ziyade ne kadar fazla ve kaliteli uyursa gelişimi o kadar iyi oluyor. Bir de ben hiç uyumayan bir çocukmuşum. Annemin önce başucumda, sonra koltukta, ardından kapıda beklediği bir süreçten sonra zar zor uykuya dalarmışım. Bununla ilgili hala hatırladığım travmalarım var o nedenle bebeğin kendi kendine uyuyabilmesini çok kıymetli buluyorum.

Fransız ebeveynlik hakkında birkaç kitap okumuştum ve çok aklıma yatmıştı. ‘Çocuk nasıl bireysel bir çocuk olur? Kendi ayakları üzerinde nasıl durur?’ gibi konulara önem veriyorum ve uyku eğitimi de bunun bir parçası bence.

ANNENİZ, ANNELİĞE BAKIŞ AÇINIZI NASIL ETKİLEDİ?

Annem çok sevgi dolu bir anneydi, müthiş bir şefkat ve tahammülle yaklaştı hep bana. Saçımı okşardı, öper koklardı... Sessiz sakin bir tonu vardı hep, bol bol masal anlatırdı. Annemden aldığım ve kızıma aktarmak istediğim en büyük şey, her zaman çok sevildiğini ona hissettirmek.

HAMİLELİĞİNİZDE VE SONRASINDA İŞ HAYATINIZ NASIL ŞEKİLLENDİ?

Hamile kaldığım ilk dönem bir dizide oynadım ve çok zorlandım. En yoğun bulantılarımın olduğu zamandı ama şansa yönetmenimiz de hamileydi! Biz beraber beyaz leblebi, tuzlu kraker ve ayranla geçiriyorduk setleri. Ondan sonra Ada gelene kadar çalışmadım. Şu anda oyuncu koçluğuna devam ediyorum; ara sıra dizilerde yer alıyorum. Çalışan anne olmak önemli bence hele ki kız çocuğunuz varsa. Ev hanımlarını burada ayrı tutmak lazım, bence onların yaptığı da tam zamanlı bir iş. Benim gördüğüm annemin hep evden gittiği bir meslekti ve ben de Ada’ya 'işe gidiyorum, daha sonra görüşürüz' demeyi ona alıştırmak istiyorum. Babasında bu durumu çok kolay öğrendi; onunla hemen vedalaşıp işe gönderebiliyor. Ben ilk bir seneyi onunla birlikte evde geçirdiğim için o kadar kolay olmadı. Ama ağlamasına rağmen gideceğimi ve söz verdiğim gibi geri geleceğimi ona göstermek, öğretmek istiyorum.

EVDE GEÇİRDİĞİNİZ BİR SENE NASIL GEÇTİ? UZAKLAŞMAK İSTEDİĞİNİZ ZAMANLAR OLDU MU?

Elbette zaman zaman uzaklaşmak istedim. 'Doyamadım' diyenlere saygı duyuyorum. Dünyanın en güzel şeyi evet, ama insan kocasıyla olmayı da, kendiyle baş başa kalmayı da özlüyor. Uraz’ın desteğini bu noktada küçümseyemem; hiç unutmuyorum Ada 20 günlükken –ve ben sürekli her hareketini izliyorken!- ‘Hadi gel, bir çıkalım nefes alalım, annem ve annen evde, hiçbir şey olmaz’ dedi ve beni dışarı çıkardı. Nasıl olacak diye çok ağlamıştım ama sonrasında çok iyi gelmişti. O beni zorlamasa eminim çıkamazdım...

Ada'nın odasındaki çerçeve içersindeki örgüler Melis'in annesi tarafından yapılmış...

KENDİNİZE NASIL VAKİT AYIRIYORSUNUZ?

Ada 40 günlük olduktan sonra haftada bir gün babaannesiyle kalmaya başladı ve bu bir rutine dönüştü. Böylelikle o gün bize kalıyor, müthiş bir denge oluşuyor. Altı gün uykusuz kalsam, biliyorum ki bir gece uyuyacağım veya istersem tüm gün koltukta yatabileceğim, bana ait günüm var. İnsan buna ihtiyaç duyuyor ve aslında tahammülünüzün artmasına çok yardımcı oluyor. Anneyi yorgun, stresli, mutsuz görmeyi hiçbir bebek hak etmez. Onun dışında bazen Ada’sız yurt dışı seyahatleri yapıyoruz; bu tip aralar çok iyi hissetmeme yardımcı oluyor.

ANNE-KIZ YAPMAYI EN ÇOK SEVDİĞİNİZ RİTÜELİNİZ NEDİR?

Ada suyu çok seviyor. Göbek bağı düştüğünden beri yaz-kış her gün yıkanıyor; ben de o süreci uzatmaktan çok hoşlanıyorum. Giyiyorum bikinilerimi ben de giriyorum duşa, suyla oynadığımız, keyifli vakit geçirdiğimiz bir aktivite oluyor ikimiz için. Onu dışında günün en sevdiğim anı uyanmaları... Uyanıp ‘Anne’ diye seslendiğinde yanına koşarak gitmek ve uyandığı ilk an yanında olmak... Ayrıca haftada bir gün birlikte oyun grubuna gidiyoruz.

DIŞARIDA EN ÇOK NE TÜR AKTİVİTELER YAPMAYI SEVİYORSUNUZ?

Ada ile el ele yürümeyi çok seviyoruz. Ayaklandığından beri puseti hiç kullanmıyoruz, gerekirse yorulduğunda kucağıma alıyorum ama beraber yürüyerek gidiyoruz her yere. Ada da alıştı bu düzene. Hiçbir plan program yapmadan, ‘hadi çıkalım’ diyorum ve Bağdat Caddesi'ne yürüyoruz; gerisi doğaçlama gelişiyor genelde.

Fakat Ada'yla yapacağım farklı bir aktivite bulmak istiyorum şu sıralar; Uraz son dönemde Ada'yı arkasına oturtarak bisiklete binmeye başladı ve Ada mutluluktan çıldırıyor. Benim de bir şeyler yaratmam gerekiyor hemen!

ADA İLE NERELERDE VAKİT GEÇİRMEYİ SEVİYORSUNUZ?

Bağdat Caddesi’nde çok rahat ediyoruz; her köşe başında bir tanıdığımız var. Dolayısıyla bir şeye ihtiyacım olduğunda bile birilerine uğrayıp işimi halledebiliyorum. Burada doğup büyüdüğüm için her sokağını biliyorum, insanını tanıyorum ve seviyorum. Bağdat Caddesi benim güvenli alanım diyebilirim.

SOSYAL MEDYADA SİZİ, DOLAYISIYLA ADA’YI VE TAKİP EDEN ÇOK FAZLA KİŞİ VAR; GÜVENLİKLE İLGİLİ DİKKAT ETTİĞİNİZ KONULAR VAR MI?

Uraz’ı, beni ve Ada’yı çok seviyor insanlar genelde ve bu zamana kadar kötü bir şey yaşamadık. Ada’nın ileride rahatsız olacağı bir şey yapmamaya çalışıyoruz. Ada'yla resim istediklerinde mutlaka Uraz veya benimle ya da hep beraber çektirmeyi rica ediyoruz. Tanınan ve sevilen ailelerin çocuklarında hedef olma gibi bir sorun söz konusu ancak ben hep iyi tarafını düşünüyorum. Ne Ada’ya özel bir Instagram hesabı açıp, onunla beraber işler yaparak onu tam bir hedef haline getiriyoruz, ne de onu sakınıp göstermemezlik ediyoruz; pozitif bir denge oluyor yaklaşımımızda.

ADA İLERİDE NASIL BİR İNSAN OLSUN İSTERSİNİZ?

Kendi başına bir dünyası olsun çok istiyorum, benim yoktu çünkü ve hep birileriyle birşeyler yapmaya ihtiyaç duyardım. Kimseye bağımlı olsun istemiyorum... Bağlı olsun evet, ama bağımlı olmasın. Onun dışında dürüst bir çocuk olsun, bizden korkup yalan söylemek zorunda kaldığı veya bir şeyleri gizli yapmak durumunda kaldığı bir çocukluk/gençlik dönemi geçirmesini istemiyorum. Okumayı seven bir çocuk olsun istiyorum. Bir de çok seven bir çocuk olsun istiyorum, belki günümüzde biraz tehlikeli ama çiçeği, böceği, insanı, hayvanı her şeyi seven, herkese sevgiyle yaklaşan bir çocuk olsun istiyorum. Günümüzde en büyük ihtiyaç sevgi bence, çünkü görüyorum ki kimse birbirini gerçekten sevmiyor. O nedenle sevgi dolu, mutlu, ayakları üzerinde duran bir kız çocuğu olması en büyük hayalim...

KAŞ’IN HAYATINIZDAKİ YERİ NEDİR?

Doğumum İstanbul’da oluyor ama beş günlükken Kaş’a geliyoruz çünkü ailem oradan geliyor; zamanında tüm yatırımını oraya yapmış dedemler. Çocukluk dönemim Kaş’ta geçtiği için tam bir yaz çocuğuyum. Kızımızın adını Ada koymamızın sebeplerinden biri de bu. Biraz deniz, biraz güneş; tamamen yazı hatırlatıyor bana. Bazı insanlara yalnızlığı anımsattığı için melankolik geliyor Ada ismi. Bana göreyse tam tersi... Yalnızlık bana güçlü olmayı hatırlatıyor.

Okul çağına kadar hep Kaş’taydık sonraki dönemlerde de tatil olunca üç ay boyunca orada kalırdık. Şimdi biz de benzer şekilde yaşıyoruz. Mesleğimizden ötürü çok uzun kalamıyoruz ama her sene 20 gün orada geçirmeyi deniyoruz. Ada da orada büyüsün istiyorum.

KAŞ’TA GEÇEN KÜÇÜKLÜĞÜNÜZDEKİ HAYATI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURUNCA İSTANBUL’DA ÇOCUK OLMAK NASIL GELİYOR SİZE?

İstanbul’u çok seviyorum; hareketini, sesini... Aslında çok planlıyımdır, o açılardan tam bir metropol insanıyım diyebilirim. O yüzden de bu hayat beni mutlu ediyor. Tek şikayet ettiğim konu kentsel dönüşüm. Özellikle Bağdat Caddesi fena halde, toz toprağın içindeyiz.

Kaş’ta ise çok daha az insan olduğu için ilişkiler daha gerçek buradan farklı olarak. İstanbul'da nüfus o kadar yoğun ki ilişkiler biraz yapaylaşabiliyor ve benim için en önemli nüans bu aslında. Kaş'ta kimliğine, ismine, maddi olanaklarına bakmaksızın çevre oluşturur insanlar. Her çocuk aynı denize girer, aynı kumsalda oynayabilir. Burada öyle birşey pek mümkün değil gibi. Ayrıca güvenlik konusu da var. İstanbul’da çocuklar ev kapılarının önlerinden kaçırılıyor. Bir de illa özel okula, müfredat dışında çocuğa birşeyler katan okullar bakmak durumunda herkes. Bu durum Kaş ya da İstanbul’la mı alakalı yoksa genel bir problem mi bilemiyorum ama ortam çok güvensiz. Ben istediğim saatte, istediğim kıyafetle, tek başıma her yere yürüyebilirdim ve kimseden çekinmez, korkmazdım. Annem beni öyle büyüttü çünkü ve korkacak bir şey yoktu. Bugün, 30 yaşında korkuyorsam, kızıma nasıl tedirgin olmamayı öğretebilirim ki? Mümkün değil; ‘Korkma kızım kimse sana bir şey yapamaz’ diyemem. Hatta ‘Kork kızım’ diyerek, her insana güvenmemeyi öğreterek büyütmek durumundayız. Hayatın güven üzerine kurulduğunu düşünüyorum o nedenle kendi içimde bir ikilemdeyim. Bunu nasıl çözeriz bilmiyorum fakat dilerim bu süreç geçer. Hep söylediğim ve kendimi şanslı hissettiğim konu, etrafımızdakileri ve kendi çevremizi yaratmış olmamız. Böylece herkesin birbirini insani ilişkiler dolayısıyla sevdiği ve saydığı bir ortam sağlamış oluyoruz Ada için de.

ANNELİĞİN EN ZOR KISMI NEDİR SİZİN İÇİN?

Psikolojik olarak benim için en zor kısmı, bir insanı yaratıyor olmak. Topluma, insanlığa, aileme bir birey yaratmak... Evet, burçların etkisi var, doğumun etkisi var ve herkes doğduğunda bir karakterle geliyor ama kim ne derse desin, onun nasıl bir insan olacağını anne-baba olarak biz belirliyoruz. Ne göreceğine, hangi yöne gideceğine, kalbinin hangi yöne akacağına biz karar veriyoruz. Sürekli dürtü halinde olduğun, bitmeyen bir sınav bu bence.

EVİNİZİN HİKAYESİNİ ÖĞRENEBİLİR MİYİZ? EVİNİZİ DEKORE EDERKEN NELERE DİKKAT ETTİNİZ?

Burası benim büyüdüğüm ev aslında. Seneler sonra Ada'yla tekrar bu dairede yaşamak benim için müthiş bir his.

Uraz’la zevklerimiz ortak. O nedenle bu tür konuları tamamen birbirimize bırakabiliyoruz. Ben de evi yaparken Uraz’a bıraktım biraz. Yerdeki taştan duvar rengine kadar o seçti. Smart Tasarım Mimarlık kurucuları arkadaşlarımız; dolayısıyla üç erkeğin beraber kurguladığı bir ev oldu. Maskülen bir atmosfer; benimde tarzım da biraz öyle zaten.

URAZ KAYGILAROĞLU NASIL BİR BABA?

Çok çalışan, yoğun bir temposu olan bir baba. İş saatleri müsaade ettikçe tamamen Ada ile olabiliyor. Uraz’ın benim gözümde harika bir baba olmasının nedenlerinden biri de hiçbir kararıma köstek olmadan desteklemesi. O da benim gibi çocukta bırakılan travmalar konusunda çok hassas; bu nedenle Ada doğduktan sonra birçok yönünü törpüledi, her davranışına özenle dikkat eder oldu. Çok sevecen, merhametli bir adam. Henüz Ada anlamasa da ileride büyürken bu onun için çok kıymetli olacak gibi geliyor. Kısacası Uraz, ihtiyacımız olan tüm sevgiyi ve ilgiyi bize veriyor; o yüzden gözümüzde harika bir baba!

KISA KISA...

Tipik kahvaltım... Yumurta, yumurta yumurta!

Başucunuzda her zaman bulunanlar... Üç çeşit kitap: deneme, oyunculuk hakkında ve siyasi. Bir de el kremim ve su.

Topuklu mu düz mü... Spor ayakkabı.

En son okuduğum kitap... Psikobüyü. Performans sanatlarının doğuşunu, sanatın depresif yönünü anlatan bir kitap.

İstanbul’da en sevdiğim mekan... Brasserie Noir, SNOB.

... olmadan yaşayamam. Tüm sevdiklerim

En sevdiğim seyahat rotası... Amalfi Coast ve Roma.

Beni mental olarak ayakta tutan... Yazmak.